“Bağlı Değerin Bağlı Değere Dönüşmesi” Gerekçesiyle Kurumlar Vergisi İstisnası Reddediliyor

“Bağlı Değerin Bağlı Değere Dönüşmesi” Gerekçesiyle Kurumlar Vergisi İstisnası Reddediliyor

ERDOĞAN SAĞLAM - 22 Eylül 2025

Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanır. Kanun metni çok net olduğuna göre, bu gerekçe ile istisnayı reddetmek, açıkça Vergi Usul Kanunun 3’üncü maddesine ve vergide yasallık ilkesine aykırıdır!

Değerli okurlar, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun (KVK) 5/1-e maddesi ile belli şartlarla, kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile aynı süreyle sahip oldukları kurucu senetleri, intifa senetleri, rüçhan hakları ve girişim sermayesi yatırım fonlarının katılma paylarının satışından doğan kazançların yüzde 75'lik kısmı (9160 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile istisna oranı 27.11.2024 itibaren elde edilecek kazançlar için yüzde 50’ye düşürüldü)  kurumlar vergisinden istisna edilmiş bulunuyor.

Daha önce bu istisna, taşınmaz satışlarını da kapsamaktaydı ve istisna oranı yüzde 50 olarak uygulanmaktaydı.

15 Temmuz 2023’ten itibaren edinilen taşınmazlar için kurumlar vergisi istisnası kaldırıldı, ancak kazanılmış hakları korumak maksadıyla 15 Temmuz 2023 öncesinde edinilmiş olan taşınmazlar için istisna, oranı yüzde 50’den yüzde 25’e düşürülmek suretiyle devam ettirildi.

Bu düzenleme, her ne kadar, değişiklikten önce edinilmiş taşınmazlarda istisna hakkını korumakla birlikte, oranının düşürülmüş olması nedeniyle kazanılmış hakların tam olarak korunmadığını düşünüyorum. Bu gerekçe ile 15 Temmuz 2023’ten önce aktife giren taşınmazlarla ilgili istisna uygulamalarında ihtirazî kayıtla beyan ve dava açma olasılığı çok yüksek…

Kurumlar vergisi istisnasındaki değişikliğe paralel olarak, iki yıldan fazla süreyle kurumların aktifinde yer alan taşınmazlar için KDV Kanununa göre uygulanan KDV istinası da 15 Temmuz 2023 tarihinden itibaren elde edilen taşınmazlar için kaldırıldı.

İştirak hissesi satışlarında da istisnanın yasal düzenleme ile kaldırılacağı yönünde beklenti oluşmuştu, ancak beklentilerin aksine yasa ile bir düzenleme yapılmadı. Sürpriz bir düzenleme ile istisna oranı Cumhurbaşkanı Kararı ile yüzde 75’ten yüzde 50’ye düşürüldü. İştirak hisselerinin devrinde uygulanan KDV istisnaları ile ilgili yasal düzenlemelerde ise herhangi bir değişiklik yapılmadı.

İlgili karar, yayın tarihi olan 27 Kasım 2024 tarihinde yürürlüğe girdiği için bu tarihten itibaren gerçekleşen satışlarda yeni oran uygulanıyor.

İstisna uygulamasının güncel durumunu bu şekilde özetledikten sonra, bugünkü yazıma konu olan “bağlı değerin bağlı değere dönüşmesi” gerekçesiyle istisna uygulamalarının eleştirilmesi hususuna geçiyorum.

Yasal Düzenleme Bu Konuda Ne Diyor?

Bağlı değerin bağlı değere dönüştürülmesi durumunda istisnadan yararlanılamayacağına dair kanunda açık bir hüküm yer almıyor. Bu nedenle “bağlı değerin bağlı değere dönüşmesi” gerekçesiyle istisnanın reddedilmesini doğru bulmuyorum.

Çünkü vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanır (Vergi Usul Kanunu’nun çok meşhur 3’üncü maddesinin (A) fıkrası).

Kanun metni çok net olduğuna göre, bu gerekçe ile istisnayı reddetmek, açıkça Vergi Usul Kanunun 3’üncü maddesine ve vergide yasallık ilkesine aykırıdır!

Peki, Buna Rağmen Neden İstisna Uygulamaları Eleştiriliyor?

Gördüğümüz/duyduğumuz örneklerin tümünde istisna uygulaması, istisnanın getirilme amacına aykırılık nedeniyle reddediliyor. Yani istisnanın reddi/eleştirisi istisnanın gerekçesine dayandırılıyor.

Mevcut düzenlemenin gerekçesinde bu konuyla ilgili bölümler aynen şöyle:

İstisnanın temel amacı kurumların mali yapılarının güçlendirilmesinin teşviki olduğundan, ekonomik açıdan firmalara ilave imkan sağlamayan işlemler istisna kapsamı dışında kalacaktır. Bu bağlamda, kurumların yönetimini etkileyecek şekilde birbiriyle ilişkili kişi veya kurumlar ya da aynı gruba dahil şirketler arasında yapılacak taşınmaz ve iştirak hissesi satışlarından fiktif olarak elde edilecek kazançlara istisna uygulanması söz konusu olmayacaktır.

Aynı şekilde, elden çıkarılan taşınmaz veya iştirak hissesinden sağlanan likiditenin yine atıl hale dönüşmesine neden olacak şekilde fonksiyonel olarak benzer sabit kıymetlere kanalize edilmesi durumu, istisna uygulaması ile sağlanması öngörülen amaca uygun düşmeyecektir. Örneğin, şehrin bir bölgesindeki kullanılmayan bir arazinin satılıp başka bir bölgesinden bir süre sonra rant sağlamak amacıyla yeni bir arazi alınması durumunda, firmanın faaliyetleri açısından sağlanmış ekonomik katkı söz konusu olmayacağından, istisnanın amacına ters düşmektedir. Diğer taraftan, şehrin kenar mahallesinde bulunan bir binanın satılarak, şehir merkezinde faaliyet göstermek amacıyla merkezde bir bina alınması durumunda ise, firma faaliyetleri açısından açık bir ekonomik katkı söz konusu olduğundan istisna uygulamasının amacına uygun bulunmaktadır.”

Mevbank Neo e-bültenine kaydolun, mevzuattaki her güncellemeyi ilk siz öğrenin. Hemen kaydol!

Önceki İstisna Uygulamalarına İlişkin Yasal Düzenlemeler Nasıldı?

Şimdi gelin bu konuda geçmişe bir yolculuğa çıkalım.

İstisnanın eski versiyonları olan KVK geçici 10 ve 18’inci maddelerin uygulamalarında da, madde metinlerinde yer almamasına rağmen Maliye Bakanlığı, gerekçelerden yola çıkarak yaptığı amaçsal yorumla, bağlı değerlerin satışından elde edilerek sermayeye eklenen nakit değerlerin yeniden bağlı değerlere yatırılamayacağı şeklindeki görüşünü ısrarla korumuş ve bu durumlarda istisnadan yararlanılamayacağını belirtmişti. (Maliye Bakanlığının 23.10.1985 tarih ve 22124 sayılı muktezası ile 19.9.1990 tarih ve 72723 sayılı muktezası.)

Ne geçici 10 ve ne de geçici 18’inci maddelerin metinlerinde, satıştan sağlanan kaynağın yeniden bağlı değerlere dönüştürülemeyeceğine dair açık ya da zımnî bir ifade olmadığı halde, İdarenin bu yoruma varmasının temelinde madde gerekçeleri yatmaktaydı.

Genel gerekçelerde yer alan, işletmeleri finansman yönünden rahatlatma, borçlanarak faiz yükü altına girmeleri yerine bağlı değerlerinin likit değerler haline gelmesini sağlama şeklindeki anlayış; özellikle geçici 18’inci maddenin gerekçesinde açıkça belirtilen “..... veya bir başka bağlı değer olan gayrimenkul veya iştirak hissesine tahsis edilmesi halinde bu kazançlar o yılın kazancı olarak vergilendirilecektir.” şeklindeki ifadeler İdarenin yorumuna ciddi dayanak teşkil etmişti.

Geçici 18’inci maddenin gerekçesinde yer alan bu ifade daha sonra aynı istisna hükmünün devamı niteliğinde olup, 3824 sayılı Kanunla KVK’nın 8 inci maddesine eklenen 18’inci bent hükmünde şu şekilde yer almıştı:

Satışın yapıldığı yılı izleyen ikinci yılın sonuna kadar iştirak hissesi veya aynı mahiyette gayrimenkul satın alınması halinde, daha önce kurumlar vergisinden müstesna tutulan kazanç dolayısıyla zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler yönünden vergi ziyaı meydana gelmiş sayılır.”

3946 sayılı Kanunla KVK’nın 8’inci maddesi tamamen değiştirilmiş ve 18’inci bent hükmü de 1.1.1994’ten itibaren yürürlükten kaldırılmıştı.

1.1.1994 – 31.12.1998 tarihleri arasında uygulanmak üzere 4108 sayılı Kanunla ihdas edilen geçici 23 inci madde bakımından durum farklıydı. Madde metninde, sermayeye eklenen kazanca tekabül eden nakit varlıkların bir başka gayrimenkule veya iştirak hissesine yatırılamayacağına dair açık ya da zımnî herhangi bir ifade yoktu. Kanun koyucunun böyle bir sınırlamaya, geçici 23 ve geçici 28 inci madde metinlerinde yer vermemiş olması, iradesinin bu defa, nakit varlıkların yeniden bağlı değerlere yatırılıp yatırılmadığının istisna uygulaması açısından bir önemi olmadığı yönünde tecelli ettiğinin açık bir göstergesidir.

Daha önce sadece bir kez bu durumu istisna uygulamasına engel gören kanun koyucu, demek ki bu tek örnekten önceki ve sonraki düzenlemelerde böyle bir şartı yasal düzenlemeye dahil etmeye gerek duymamış.

Bu düzenlemelerin farklı olması ve sonradan madde lafzında böyle bir şart aranmaması tesadüf olamaz! Bilinçli bir tercihtir…

Netice itibariyle mevcut yasal düzenleme (5520 sayılı KVK’nın 5/1-e) bakımından da böyle bir şart aranamaz. Yani bağlı değerin bağlı değere dönüşmesi halinde istisnadan yararlanılamayacağı yolunda herhangi bir hüküm yoktur.

Madde metninde, istisnanın şartları açıkça belirtilmiştir. Bu şartların yerine getirilmesi, istisnadan yararlanabilmek için yeterlidir. Gerekçede bahsedilen anlamda bir şart madde metninde yoktur. Madde metninde belirlenen şartlardan biri ve en önemlisi olan, nakit değerlerle temsil edilen kazancın belli bir süre pasifte fon hesabında tutularak dağıtıma konu edilmemesi, böylece kurumun mali yapısının korunmasıdır.  Fona eklenmiş olan ve aktifte nakit değerlerle temsil edilen kazancın o aşamadan sonra nasıl ve ne şekilde kullanılacağı artık şirket yönetiminin inisiyatifindedir.

Çünkü şirketin bu işlem nedeniyle sağladığı nakit varlıkların ekonomik faaliyetlerde nasıl ve ne şekilde daha etkin kullanılabileceği sorunu şirketin kendi yönetim sorunudur. Kamu otoritesi, vergi düzenlemesi ile buna imkân hazırlamakla (kazancı vergiden istisna etmekle) yetinmeli, kaynakların nasıl kullanılacağına karışmamalıdır.

Öte yandan, bunun süresi de yoktur. İstisnaya konu edilen kazancı temsil eden nakit varlıkların kaç yıl süreyle yeniden bağlı değerlere dönüştürülmeyeceği belli olmadığı gibi, yürürlükten kalkmış bulunan KVK 8/18’deki gibi açık bir hüküm olmadan bunu belirlemeye kalkışmak da imkânsızdır.

Mülga 5422 sayılı Kanunun geçici 23 ve geçici 28 inci maddeleri ile 5520 sayılı Kanunun 5/1-e maddesinde yer alan, istisna uygulamasına konu olan ve fona alınması öngörülen kazançların 5 yıl süreyle işletmeden çekilemeyeceği yönündeki düzenleme tamamen farklı bir duruma işaret etmektedir. Bu ifadenin, şirket bünyesindeki nakit değerlerin nasıl kullanılacağı ile ilgisi yoktur.

Tebliğ Ne Diyor?

1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nde de gerekçeye paralel olarak aşağıdaki ifadelere yer verilmiş bulunuyor:

Bu istisnanın amacı kurumların sermaye yapılarının güçlendirilmesi, finansman sıkıntılarının giderilmesi ve bağlı değerlerinin ekonomik faaliyetlerinde daha etkin bir şekilde kullanılmasına imkân sağlamak ve işletmelerin finansal bünyelerini güçlendirmektir. Tasfiyeye giren şirketlerde ise böyle bir amacın olamayacağı açıktır. Bu nedenle, istisna uygulamasında satışın yapıldığı yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar tasfiyeye girilmiş olması halinde, fon hesabında tutulması gereken kazancın işletmeden çekildiği kabul edilecektir.”

 “Ancak, satış işleminin istisnanın amacına aykırı olarak işletmeye nakit girişi olmaksızın gerçekleştirilmesi halinde istisna uygulanmayacaktır.

Ayrıca, bağlı ortaklığın yapacağı sermaye artırımı sonucu doğacak sermaye taahhüdüne karşılık olmak üzere taşınmazların veya iştirak hisselerinin ayni sermaye olarak bağlı ortaklığa devredilmesi halinde, bağlı değer başka bir bağlı değere (iştirak hissesine) dönüşmüş olacağından söz konusu istisnadan yararlanılamayacaktır.”

Danıştay Kararları Ne Yönde?

Rastladığım Danıştay kararlarının çoğunluğu mükellef lehine ve Vergi Usul Kanunu'nun 3’üncü maddesine dayanıyor.

Örneğin Danıştay 9. Dairesi'nin 26/10/2023 tarihli ve E:2022/211; K:2023/4084 sayılı Kararında aynen aşağıdaki ifadeler yer alıyor:

213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3. maddesinde vergi kanunlarının lafzı ve ruhuyla hüküm ifade edeceği, lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümlerinin, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanacağı belirtildiğinden, vergi kanunlarının değerlendirilmesinde öncelikle kanunun lafzının yorumlanması gerektiği, kanunun lafzının açık olmaması halinde amaçsal ve sistematik yorumlara başvurulabileceği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun "İstisnalar" başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasının e) bendinde belirtilen istisna hükmünde lafzın açık olduğu, vergi tekniği raporunda davacı şirket tarafından istisnaya ilişkin kanunda tanımlanan şartların yerine getirildiğinin belirtildiği ve bu hususa ilişkin herhangi bir ihtilaf bulunmadığı için davacı şirketin bu istisna hükmünden faydalandırılması gerekmektedir.”

Danıştay 3. Dairesinin 27.11.2000 tarihli ve E:2000/2335, K:2000/3877 (ile E:2000/2387, K: 2000/3881) sayılı Kararlarında hüküm, satıştan doğan kazancın nasıl değerlendirileceği konusunda yasal bir düzenleme yapılmamış olmasına dayandırılıyor:

“Dosyanın incelenmesinden, davacı şirketin, elinde bulundurduğu … Tic.A.Ş.'ye ait hisse senetlerini 1998 yılında ... A.Ş.'ye satıp satış tutarını sermayesine ekledikten sonra belirtilen satış tutarı ile hisse senetleri ulusal pazarda işlem gören Holdingin iştirak hisselerini satın aldığı ve sermayeye eklenen tutarın kurumlar vergisinden istisna olması gerektiği görüşüyle 1998 takvim yılı kurumlar vergisi beyannamesini ihtirazî kayıtla verdiği, davalı idarece de, hisse senetlerinin satışından elde edilen gelir ile yine hisse senedi satın alınmasının belirtilen kanun hükmünün amacına aykırı olduğu gerekçesiyle ihtirazî kaydı kabul edilmeyerek dava konusu vergi ve fon payının tahakkuk ettirildiği anlaşılmıştır.

Yukarıda değinilen madde hükmü ile tam mükellef kurumların aktiflerinde yer alan taşınmazlar ve iştirak hisseleri gibi atıl kalmış bağlı değerlerin işletmeye kazandırılması ve borçlanma yoluna gidilmeksizin faaliyetlerin öz kaynaklarla devam ettirilmesi imkanının sağlanması amaçlanmış ise de, maddede sözü edilen değerlerin satışından elde edilecek gelirin nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda bir düzenleme getirilmemiştir. Olayda, davacı şirketin aktifinde kayıtlı bulunan iştirak hisselerini kanunun aradığı şartlara uygun şekilde satarak satış tutarını da sermayesine eklediği hususu ihtilafsızdır.” (Karara konu olayın ilgili olduğu dönemde geçerli olan istisna düzenlemesinde, istisnanın şartları arasında istisna edilen kazancın sermayeye eklenmesi şartı da bulunmaktaydı.)

Yine önemli bir karar olan Danıştay 4. Dairesi’nin E:2000/1667, K:2000/2799 sayılı Kararında şu ifadeler yer alıyor:

“… Vergi Mahkemesi … günlü ve E:…, K:… sayılı kararıyla; konuyla ilgili düzenlemede, yasa koyucunun gayrimenkul iştiraki veya menkul sermaye iştiraklerini elden çıkaran kurumlar bu işi ticaret haline getirmemeleri koşuluyla, elde edilen kazancın sermayeye ilave edilen kısmının kurumlar vergisinden müstesna tutulması amacı ile hareket ettiği, bunun için ayrıca satışa konu iştirakten en az iki yıl süreyle kurumun aktifine kayıtlı olmasını yeterli gördüğü, olayda da ara kararı ile istenilen belgelerin incelenmesinden, satışa konu iştirak hisselerinin iki yıldan daha önceki süre içinde iktisap edildiği ve sermaye artışlarında rüçhan haklarının kullanılması sonucu bu hisselerin adet olarak artarak satılan miktara yükseldiğinin anlaşıldığı, davacı şirket tarafından, iştirak hisselerinin satışından kaynaklanan kazancın yine, hissesi satılan şirketleri de bünyesinde toplayan … Holding A.Ş.’ye ait hisse senetlerinin alınmasında kullanıldığı anlaşılmış olup, bu işlemi yeniden yapılanma ve ticari hayatın gerektirdiği eşgüdüm ve koordinasyonu en üst düzeye çıkarılarak holdingleşmek suretiyle mali ve finansal yapının güçlendirilmesi olarak kabul etmek gerektiği, bu durumda Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 23/a maddesinde belirtilen istisna koşullarını taşıdığı anlaşılan davacı şirketin, sözü edilen kazanç 1998 yılı kurumlar vergisi matrahından indirmesi gerektiğinden tarh edilen kurumlar vergisi nedeniyle, yararlandırılan yatırım indiriminin haksız yere kullanıldığı gerekçesiyle, dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı İdare, iştirak hissesinin satışından elde edilen kazanç ile bir başka iştirak hissesinin alınması sonucunda, işletmenin bağlı değerlerinin etkin duruma geçmediğini, bu durumun istisnanın getiriliş amacına aykırı olduğunu ileri sürmekte ve kararın bozulmasını istemektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.”

Yargı kararı beklediğimden az, bunun nedeni tahminimce son yıllarda sık çıkarılan af kanunlarından yararlanılarak ihtilafların sonlandırılmış olması. Yeni af kanunları çıkarılmadığı taktirde konuya ilişkin kararların artacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

Umarım bundan sonra verilecek kararlar da yukarıda örneğini verdiğim kararlar yönünde olur.

Rastladığım olumsuz kararlar, grup içine satış yapılan örnekler olup, kararların gerekçesi bu durumun istisnanın amacına aykırı olarak değerlendirilmesi. Bu kararlara da katılmıyorum, bu konuyu ileride ayrıntılı bir şekilde yazacağım.

Vergi İncelemelerinde Özel Durumlar Dikkate Alınmıyor!

Maalesef vergi incelemelerinde bu konuda ekonomik değerlendirme yapılmadığını, özel durumların dikkate alınmadığını gözlemliyorum.

Aşağıdaki örneklerde sadece bağlı değerin bağlı değere dönüşmesi gerekçesiyle istisnanın eleştirilmesini yanlış buluyorum. Çünkü her işlemde satışın amacı ve sağlanan nakdin başka bir sabit değer alımında kullanılmasının sonuçlarının (doğrudan veya dolaylı faydalarının) da araştırılması gerekir.

Örnek 1: Amacı iştiraklere yatırımdan ibaret olan yatırımcı şirketler ile holding statüsüne sahip şirketlerde bir iştirakin satılıp yerine başka bir iştirake yatırım yapılması istisnanın amacına aykırılık teşkil etmez. Çünkü bu tür şirketlerde ticari faaliyetin temeli (esas faaliyet konusu) iştirak hissesi alım satımıdır. Bu şirketlerde iştirak hisseleri “sabit değer” olarak değerlendirilmemelidir.

Üstelik şirketin çıkmak istediği bir sektöre ilişkin iştirak hissesini satıp sağladığı kaynakla asıl yatırım yapmak istediği sektördeki yatırımlarını artırması ticari ve ekonomik açıdan doğru bir tercihtir/stratejidir.

Örnek 2: İştirak hissesinin satılıp elde edilen nakdin başka bir iştirakin sermaye artırımında kullanılması halinde sermayesi artırılan şirketin bu kaynağı nasıl kullandığının da değerlendirilmesi gerekir.

Örneğin bir holding veya yatırımcı şirket iştirak hissesini satıp, sağladığı nakdi başka bir iştirakine sermaye artırımı yoluyla aktarmışsa ve iştirak bu nakdi banka borçlarının kapatılmasında kullanmışsa, bu banka borçlarının temininde iştirakin sahibi olan holdingin kefaletinin olması halinde nasıl holdingin bu nakdi işletme faaliyetinde kullanmadığı ve finansal durumunu düzeltmediği söylenebilir? Çünkü iştirak bu borcu ödememiş olsa kefalet nedeniyle zaten söz konusu borç kendisinden tahsil edilecekti. İştirak satışı ile gerek kendisinin gerekse grubun finansal durumu düzeltilmiş ve özkaynaklar güçlendirilmiştir.

Nitekim yakın tarihli iki özelgede[1], bir sektör veya faaliyet alanından çıkılarak diğer bir sektör veya faaliyet alanına girme, bir şirketin hisse çoğunluğuna sahip olma ve benzeri ekonomik fayda sağlayan amaçlarla mevcut iştirak hisselerinin satılarak yeni iştirak hisseleri satın alınması durumunda istisnadan faydalanılabileceği belirtilmektedir.

Bu özelgeler de incelemelerde özel durumların değerlendirilmesi gerektiğini teyit etmektedir. Bunların Rapor Değerlendirme Komisyonları tarafından dikkate alınması gerektiği tabiîdir.

Yazar: Erdoğan Sağlam

Kaynak: https://t24.com.tr/

× Popup Görseli

E-Bültenimizi İnceleyin