Teoride ve Pratikte Tobin Vergisi Uygulaması
ADNAN BABACAN - VERGİ MÜFETTİŞ YARDIMCISI - 05 Ocak 2023
Özet
İkinci Dünya Savaşını takiben başlayan küreselleşme süreci, 1970’li yılların başlarında Bretton Woods para sisteminin terk edilmesiyle hızlanmış ve Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle ile birlikte güçlü bir kasırga gibi tüm Dünya’ yı etkisi altına almıştır. Özellikle mali sermayenin küreselleşmesi neticesinde, paradan para kazanmayı amaçlayan ve spekülatörlerin başrol oynadığı finans kapital dünyası vizyona girmiştir. Bu spekülatörler kısa vadeli sermaye hareketleri vasıtasıyla, yüksek faiz ve düşük döviz kurunun mevcut olduğu piyasalara anlık giriş çıkışlar yaparak dünya çapında finansal krizlerin yaşanmasında önemli bir rol oynamıştır.
Yatırımcıların, ülkelerin döviz kuru ve faiz oranlarındaki dalgalanmalarından yararlanarak kazanç sağlamak amacıyla yapılan işlemlere spekülatif işlemler denir. Bu tür sermaye hareketlerinin neden olduğu olumsuzlukların bertaraf edilmesi için literatürde sermaye kontrolleri olarak adlandırılan birtakım öneriler bulunmaktadır. Bu önerilerden biri de James Tobin tarafından ortaya atılan ve literatürde Tobin vergisi olarak bilinen vergidir. Bu vergi dünyadaki tüm spot döviz işlemleri üzerinden düşük oranlı bir vergi alınması prensibine dayanmaktadır. James Tobin tarafından %0,1-%0,5 gibi çok düşük oranlı olarak belirlenmiştir. Nobel ekonomi ödülü sahibi James Tobin' in ortaya koyduğu Tobin Vergisi, Alman bilim adamı Spahn tarafından geliştirilmiştir. Özellikle 1980’ li yıllardan itibaren Dünya’ da ve Türkiye’ de piyasaların serbestleşmesi paralel olarak finansal piyasalarda yaşanan artışlar ülkelerdeki yatırımları arttırmakta veya likidite sorunlarının aşılmasına katkı sağlamaktadır. Diğer taraftan, aynı artışların finansal istikrarsızlığa yol açarak tersine etkiler yaratması da söz konusudur. Bu çerçevede, çalışmada finansal hareketlerin istikrarsızlığa yol açan etkilerini azaltmaya yönelik vergileme önerileri tartışılmıştır. Sonuç olarak, bu çalışmada Tobin vergisi teorisini ve teorinin gelişimine katkı veren görüşleri, Tobin vergisini uygulamaya çalışan ülkelerde ne gibi sonuçlara yol açtığını, kısa süreli sermaye hareketlerini kontrol etmek amacıyla uygulanan Tobin vergisinin başarılı olup olmadığı konuları incelenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Kısa vadeli sermaye hareketleri, Tobin vergisi.
1. Giriş
Globalleşme ile birlikte ülkelerarası sermaye hareketleri daha akışkan bir hale gelmiştir. Özellikle 1970’lerin başlarında ulusal paranın dönüşüm değerini sabitleyen Bretton Woods sisteminin çökmesi ve serbest döviz kuruna geçilmesinin ardından global sermayenin akışkanlık katsayısının arttığı açıkça görülmektedir. Literatürde bu tip küresel sermaye; “kısa vadeli sermaye hareketleri” veya “sıcak para” olarak adlandırılmaktadır. Bu sermaye, ülkede bazen bir hafta gibi kısa sürede kalmakta, dolayısıyla uzun vadeli yatırım yapmak için kullanılamamaktadır. Hatta daha çok lüks tüketime harcanarak ithalatın artmasına neden olmaktadır. Ayrıca para ülkeden çıkarken anaparayla beraber yüksek faiz gelirini de aldığı için cari açık gibi birçok finansal sorunu getirmektedir.
Uluslararası spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerinin neden olduğu derin ve yıkıcı finansal krizlerin etkisinin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması amacıyla literatürde “sermaye kontrolleri” başlığı altında birtakım öneriler bulunmaktadır. Bu önerilerden en kabul bulanı Nobel ödüllü iktisatçı Prof. Dr. James Tobin tarafından 1978 yılında bir konferansta öneri olarak sunulan ve kendi adını taşıyan “Tobin Vergisi” dir. Fazla yağlanmış olan uluslararası döviz spekülasyonu çarkının dişlileri arasına bir miktar kum serpilmesi düşüncesini temel alan Tobin Vergisi; spot döviz işlemleri üzerinden sabit fakat düşük oranlı bir ad volorem vergisi alınmasını önermektedir. Bu vergi ile, hem büyük miktarlara ulaşan spekülatif amaçlı döviz alım satım işlemlerine ilave bir külfet getirilerek bu işlemlerin azaltılması, hem de bu vergiden elde edilecek gelirle uluslararası kamusal malların finansmanı için bir fon temin edilmesi amaçlanmaktadır. Keynesyen bir düşünce yapısına sahip James Tobin tarafından ortaya konan, düşük oranlı ve ad volorem nitelikli olan bu vergi önerisinin, liberal iktisatçı Spahn’ dan çürütmesi beklenirken, 1995 yılında kendisi verginin özelliklerini geliştirmiştir. Spahn iki basamaklı bir vergi önermiş̧, ülkenin ekonomik koşullarına göre vergi basamaklarının belirlenmesinin spekülatif işlemleri daha önleyici olacağını savunmuştur. Bu görüş̧, verginin artırımlı bir yapıya sahip olması nedeniyle ülkelerin ekonomik koşullarına uygun olarak oranının ayarlanabilmesi ve böylece kurun dalgalanmasını kontrol edebileceği düşüncesiyle destek görmüştür.
Latin Amerika ülkeleri ve Güney Doğu Asya ülkelerinde yaşanan krizler neticesinde Şili, Brezilya, Malezya, Tayland ülkelerinden bazıları IMF politikaları neticesinde, bazıları ise kendi politikaları doğrultusunda Tobin Vergisi ya da kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde birtakım sınırlamalar getirmişlerdir. Cari açık sorunu yasayan ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin tetiklemesi ile dönem dönem finansal krizlerle karşı karşıya kalan Türkiye’de de spekülatif amaçlı hareketleri kontrol etme düşüncesi ile bazı kesimler tarafından Tobin Vergisi önerilmiştir. 2010 yılında Merkez Bankası tarafından önerilen, dönemin Ekonomi Bakanı tarafından sıcak karşılanmayan vergi, o dönemde uygulanabilirliği hakkında tartışmalara sahne olmuşturİlerleyen bölümlerde Tobin Vergisinin teorik açıklamaları ele alınmakla birlikte tarihi süreci, avantajları ve dezavantajları, etkinliğinin arttırılmasına yönelik birtakım alternatif öneriler, Tobin vergisini uygulamaya çalışan ülkelerde ne gibi sonuçlar yarattığı ve Türkiye’ ye yönelik kısa vadeli sermaye hareketlerinin sebep olduğu krizler ve Türkiye’ de Tobin vergisinin uygulanabilirliğine yer verilecektir.
2. Tobin Vergisinin Teorik Olarak İncelenmesi
2.1. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Tobin Vergisi Kavramı
Bretton Woods sisteminin yıkılmasından sonra 1980’ li yıllarından başından itibaren küresel ekonomilerde sermaye hareketleri serbestleşmeye başlamış ve Dünya’ da birçok ülke sabit kur rejiminde serbest döviz kuru rejimine geçmeye başlamıştır. Dolayısıyla, küresel finansal piyasalarda kısa vadeli sermaye hareketleri hızlanmaya başlamıştır. Kısa vadeli sermaye hareketlerini savunanlara göre, sermaye kontrollerinin kaldırılmasıyla birlikte tasarruflar yüksek gelir getiren yatırımlara yönelecek, dolayısıyla daha etkin dağılacaktır. Sermayesi yeterli düzeyde olmayan gelişmekte olan ülkelerin faiz oranın yükselmesiyle birlikte, tasarruf fazlası olan ülke yatırımcıları bu piyasalara yönelecektir. Bu süreç̧, ülkelerin faiz oranlarının eşitlenmesini sağlarken, oluşan rekabet sonucunda finansal piyasalar daha verimli çalışacak ve dolayısıyla yatırımcılar daha iyi olanaklara kavuşacaklar, kazançları artacaktır. 1970’li yıllarda finansal piyasalardaki sermaye hareketlerinin günümüz rakamlarına göre çok küçük olması, uluslararası işlem ve likiditeyi azaltacağı düşüncesiyle birlikte liberalleşmeye aykırı olduğu gibi gerekçelerle Tabin Vergisi ilgi görmemiştir. Fakat 1990’larda yaşanan finansal krizler vergiye olan ilginin giderek artmasını neden olmuştur.
Kısa vadeli sermaye hareketlerine getirilen en büyük eleştiri ise, güçlü̈ bir finansal yapıya sahip olmayan ekonomilerde, özellikle gelişmekte olan ülke ekonomilerinde, finansal serbestleşmeyle birlikte artan para transferlerinin krizlere neden olması ve çıkan krizin diğer ülkelere yayılma riski konusundadır. Söyle ki 1990’lı yıllardan başlayarak kısa vadeli sermaye hareketlerinin hacmi, dış ticaret ve doğrudan yatırımları geride bırakacak miktarlarda meydana gelmiş, bu ise piyasalarda oluşan spekülatif dalgalanmalara karşı merkez bankalarının kendi başlarına döviz kurlarını koruyacak rezervlere sahip olmamalarından ötürü krizlere neden olmuştur. Özelikle kalkınmaları için gerekli sermayeyi yabancı kaynak arayışıyla sağlamaya çalışan gelişmekte olan ülkeler, krizleri atlatmak için uluslararası kurumlardan ağır startlarda borçlanmak zorunda kalmaktadır.
Tobin vergisi, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi iktisatçı James Tobin tarafından geliştirilen ve uluslararası döviz piyasasındaki spekülatif amaçlı sermaye hareketlerinin yol açtığı iktisadi ve finansal dalgalanmaların önlenmesi amacıyla kambiyo işlemlerinden alınması öngörülen vergidir. Finansal işlemler vergisi, olarak da bilinmektedir. Geçmişten bugüne küreselleşen dünya ekonomisi, sermaye hareketleri hız kazanmıştır. Bu durum beklenmedik finansal krizlerin olmasına yol açmıştır. Finansal ve mali idarelerin, sermayenin yer değişim hızına ve tutarına, anayasal, yasal ve kurumsal durumlarda telafi edilmesi ve müdahale etmesi giderek zorlaşmıştır.
Bu vergide amaç, çoğu kez ülkeyi finansal krizlerden koruma, mevcut fonların ani bir şekilde yurt dışına çıkışını ve buna bağlı ekonomik dalgalanmaları önlemektir. Tobin vergisini savunanlara göre, bu vergi ani sermaye akımlarının yıkıcı etkilerini azaltır, piyasaları sakinleştirir, ulusal para otoritesini güçlendirir ve vergi kapasitesini arttırır. Diğer yandan bu vergi, yeni fonların da ülkeye girmesini caydırıcı ve azaltıcı etkiye sahiptir.
James Tobin’in “fazla yağlanmış olan uluslararası döviz spekülasyonu çarklarına bir avuç kum atmak” diye ifade ettiği bu vergi, spot döviz alım-satım işlemleri üzerine getirilen sabit fakat düşük oranlı ad valorem nitelikte bir vergidir. James Tobin’ in önerdiği vergi oranının %1’e kadar olabileceği düşüncesi, daha sonra konuyla ilgili yapılan çalışmalarda %0,25’i aşmaması, hatta %0,1’den daha düşük olması şeklînde de savunulmuştur.
Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmış̧ olan James Tobin, uluslararası piyasaların spekülatif hareketler ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar nedeniyle istikrarsız olduğunu savunmakta; mali krizlerin önemli nedeni olarak yüksek hacimde döviz spekülasyonunu göstermektedir. Dövizde yapılan günlük alım-satım işlemlerinin tüm Dünya borsalarının işlem hacminden daha fazla olduğunu belirtmektedir. James Tobin’e göre, piyasaların büyük ve oynak olması ülkelerin merkez bankalarının ulusal paralarının değerini korumada etkisiz kalmasına neden olmaktadır. Bu noktada James Tobin’ in önerisi spekülatif amaçlı sermaye hareketlerinin maliyetini artırmak ve dolayısıyla bu işlemlerin karlılığını düşürmek suretiyle işlem hacmini azaltacak, sermaye hareketleri üzerine düşük oranlı bir işlem vergisi getirmektir. Kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde böylece bir maliyet yaratılmakta ve yaratılan maliyetle birlikte spekülatif hareketlerin caydırılması hedeflenmektedir. Böylece spekülatif hareketlerin yarattığı krizlere karşı ekonomilerde de dayanıklılık sağlanmış olacaktır.
2.2. Tobin Vergisinin Gelişimi
Keynesyen Yaklaşım: 1936 yılında ortaya koyduğu düşünceye göre, finansal piyasalarda uygulanacak işlem vergileri spekülatif amaçlı kısa vadeli ve uzun vadeli yatırımları etkileyecektir. Hisse senedi alım-satımında böyle bir verginin uygulanması gerektiğini savunan Keynes’e göre, vergiler neticesinde hisse senedi fiyatları yükselecek ve böylece kısa vadede kar elde etmek amacıyla hareket edenler etkilenecek, ekonominin temel göstergelerine bakarak yatırım yapanlar etkilenmeyecektir. İşlem vergilerinin ekonomideki spekülatif hareketleri engelleyici bir gücü̈ olduğunu savunmuştur. Keynes ayrıca borsalara getirilecek vergi ile spekülasyonların azaltılmasını ve volatilitenin düşürülmesini hedefliyordu.
Keynes ve Tobin’ in ileri sürdüğü işlem vergisinin birbirinden ayrılan en temel nokta ise, Keynes bu verginin menkul kıymet transferleri üzerinden alınması gerektiğini savunurken, Tobin’ in döviz transferleri üzerinden alınması gerektiğini söylemesidir. Bir diğeri ise, Keynes borsalara getirilecek vergi sayesinde spekülasyonları ve dalgalanmaları azaltmayı hedefliyordu. Tobin’ in amacı ise ülkelerin milli para politikalarını belirlemede etkinlik alanlarını genişletmek, hükûmetlerin rahatça karar almalarını sağlamaktır.
İkisinin de ulaşmak istediği ortak sonuç̧; spekülasyonları engellemek ve önemli miktarda vergi geliri elde etmektir.
Spahn’ ın Yaklaşımı: Tobin Vergisinin temel amacı döviz kuru oynaklığını azaltmakken, verginin kriz döneminde döviz kurlarındaki aşırı derecede değişimi önlemede etkin olması beklenmemektedir. Bu sorunun çözümüyle ilgili olarak Alman iktisatçı Spahn’ın (1995) önerisi Tobin Vergisine farklı bir bakış̧ açısı getirmiş̧ ve Tobin Vergisini iki noktada eleştirmiştir. Spahn’a göre; bütün döviz işlemlerine vergi uygulanması spekülasyonla ilgisi olmayan finansal kuruluşları cezalandıracaktır, küçük ve sabit oranlı vergi büyük spekülatif kazançların söz konusu olduğu yatırımları etkilemeyecektir. Vergi oranının çok yüksek olması durumunda ise finansal aracılık sektörü̈ olumsuz etkilenecektir Kendisi ise iki basamaklı vergi önermiştir. Ona göre, döviz piyasalarındaki tüm işlemlere uygulanacak %0,001 gibi oldukça düşük oranlı olarak başlayan artırımlı vergi spekülatif işlemleri kırıcı olabilir. Herhangi bir tehlike durumunda vergi oranı kademeli olarak artırılarak, döviz işlemleri caydırılacaktır. Spahn’ ın önerdiği ikili yapıda, düşük oran verginin mali fonksiyonunu, artırımlı oran ise verginin istikrar sağlama fonksiyonunu yerine getirmektedir. Ayrıca düşük oran işlem hacmi düşünüldüğünde çok büyük bir gelir sağlamaktadır.
Artırımlı verginin ne zaman devreye gireceğini belirlemek için ise kurun dalgalanabileceği bir aralık tanımlanmıştır. Kur “Sürünen Kur Koridoru” olarak belirlenen bu aralıkta serbestçe hareket edebilir. Bu koridor içindeki işlemler vergilendirilmez. Bu belirlenen koridor dışındaki işlemler artan oranlarla vergilendirilmeye başlanır. Koridordan uzaklaştıkça da vergi oranı yükselecektir. Böylece döviz kurunun her gün belli aralıklar içerisinde kalması sağlanacaktır. Ayrıca spekülatif amaçlı hareketleri caydırma işlevi görecektir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler acısından kurun dalgalanabileceği aralığı ve vergi oranlarını kendilerinin belirleyebilmesi bir avantaj oluşturmaktadır. Spahn’ a göre Tobin Vergisinden başarı sağlanması küresel olarak uygulanmasına bağlıdır.
2.3. Finansal Krizlerin Tobin Vergisi Gelişimine Etkisi
1990’ların başında ülkelerin yaşadığı finansal krizlerin büyümesi, hızla yayılması ve finansal piyasalardaki kronikleşen istikrarsızlık dolayısıyla, kısa vadeli sermayeyi kontrol altına alma düşüncesi Tobin Vergisine ilgiyi artırmıştır. İlginin artmasındaki nedenlerden biri diğeri de verginin uygulanmasıyla sağlanacak olan yüksek gelirdir.
Özellikle Asya ve Latin Amerika ülkelerinde başlayan finansal krizler, ekonomistleri sermaye kontrolü̈ konusuna yönlendirmiştir. Ekonomistlere göre, birçoğu Asya ülkesinde yaşanan krizlerin ana nedeni, kısa vadeli sermayenin büyük yer tuttuğu bu ülkelerde kısa vadeli sermeyenin ülkeyi ani olarak terk etmesi ekonomide sıkıntılara yol açmış̧ ve beraberinde finansal aksaklıklar meydana gelmiştir. Dolayısıyla ülkelerin ekonomilerini altüst eden krizlerin nedeni olarak spekülasyonlar gösterilmiştir.
2.4. Tobin Vergisinin Uygulanmasının Amaçları
2.4.1. Spekülatif Amaçlı Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerini Engellemesi
Özelikle uluslararası faiz oranları farklılıkları spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini teşvik edici niteliktedir. Sermaye hareketlerinin serbest hale gelmesi ise, bu tür spekülatif amaçlı küresel sermaye dolaşımını artırmıştır. Küresel sermayenin dolaşımı, kısa vadeli sermaye giriş̧ ve çıkışlarını kontrol modeli ile denetlenebilir. Bu noktada James Tobin, problemin nedeninin, döviz kuru rejimi, sabit veya esnek döviz kuru politikaları olmadığını; problemin sebebinin finansal sermayenin uluslararası dolaşımı olduğunu belirtmiştir. Bu uluslararası sermaye dolaşımına mani olabilecek mekanizmanın ise, özellikle kısa vadeli hareketlere uygulanacak olan düşük oranlı bir vergi olduğunu savunmuştur.
Bir para biriminin başka bir para birimine çevrilmesi üzerinden, tüm piyasalarda uygulanacak olan düşük oranlı tek tip bu vergi ile kısa vadeli sermaye hareketlerinin bir maliyeti olacak, karlılığı azalacak, alınan risk artacak ve dolayısıyla yatırımcıların cesareti kırılacaktır. James Tobin bu şekilde küresel sermayenin dolaşım hacmini azaltarak, ülkeye sermaye giriş̧ ve çıkışlarını bir parçada olsa denetim altına almayı amaçlamaktadır.
2.4.2. Ülkeler İçin Gelir Sağlama Amacı
Tobin Vergisine ilginin her geçen gün daha da artmasının sebebi sadece, spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini caydırması ve buna bağlı olarak finansal kriz riskini azaltması değil; vergi yoluyla gelir sağlamasıdır.
Bu gelir ülkeler için kamusal mal ve hizmetlerin üretiminde finansman kaynağı olabilir Tobin Vergisinin asıl amacı olmamasına rağmen, gelir kaynağı olma işlevi, vergiyi cazip hale getirmiştir.
Tüm bu veriler her geçen gün artan döviz işlemleri içerisindeki spot işlemlerin denetlenmesi gerektiği ve bu denetleme mekanizmasından gelir sağlama düşüncesi Tobin Vergisini gündeme getirmektedir. James Tobin’ in önerisi ise, vergiden elde edilecek geliri IMF ya da Dünya Bankası fonlarına aktarılması, böylelikle uluslararası istikrar programlarında kaynak olarak kullanılması şeklindedir. Bu vergi gelirlerinin yarısının gelişmiş ülkelerden gelişmekte olana ülkelere bir kalkınma fonu şeklinde aktarılması da önerilmektedir.
Böylece gelir olma ve caydırıcı olma özellikleri birbirini dengeleyerek uygulanacaktır.
2.4.3. Uzun Vadeli Yatırımları Teşvik
Amacı
Uzun vadeli yabancı sermaye, ülkelerin üretim hacmini artıran yatırımlardır. Maliyetli olması nedeniyle spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye yatırımlarından kaçan yatırımcılar uzun vadeli yatırımlara yönelmesini sağlayacaktır. Öyle ki çok kısa vadeli spekülatif döviz işlemlerinin döviz piyasaları üzerindeki istikrarı bozucu etkisi, Tobin Vergisi uygulaması ile işlem hacminin azalmasıyla önlenecek, dolayısıyla döviz volatilitesi düşecektir. Bununla birlikte oluşan finansal istikrar ortamında mal ve hizmet ticareti canlanacak, yatırımcılar maliyeti artan kısa vadeli işlemlerden maliyeti daha az olan uzun vadeli yatırımlara yönelmeyi tercih edeceklerdir.
2.4.4. Mali Sigorta İşlevi
Spekülatif hareketlerin ulusal döviz kurlarına yaptığı baskılar neticesinde ulusal paranın değerini korumak için hükümetler faiz oranlarını artırmaktadırlar. Bu ise yatırımları ve dolayısıyla büyümeyi olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca faiz oranının artması ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olmakta, bu da ihracatı olumsuz olarak etkilemektedir. Hükümetlerin otokontrol mekanizmasına işlerlik katması ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin akışkanlığını azaltmasının yolunun Tobin Vergisi olduğu savunulabilir.
2.5. Tobin Vergisine Getirilen Eleştiriler
2.5.1. Tobin Vergisinin Küresel Olmasından Karşılaşılacak Güçlükler
Tobin Vergisine gelen eleştirilerin başında, verginin hangi ülkelerde uygulanacağı ve vergiyi uygulamayan ülkelere aşırı bir sermaye transferi olup olmayacağı sorunları yer almaktadır. Tobin Vergisini uygulayan ülkelerden, uygulamayan ülkelere doğru bir sermaye akımı oluşacaktır; bu da ülkeler arasında vergi rekabetine neden olacak ve dolayısıyla vergiden beklenen yarar sağlanamayacaktır. Şayet vergi, tüm dünya ülkelerinde aynı işlemler üzerinden ve aynı oranda uygulanırsa, ülkeler sermaye giriş çıkış rekabetinden etkilenmeyecektir.
Verginin uygulamasında başarı sağlanması için küresel nitelikte olmasına birçok eleştiri yöneltilmiştir. Çünkü̈ ülkelere giren uluslararası sermayenin, tüm dünya devletlerince aynı konu ve oranda uygulanmasının sağlanması oldukça güçtür.
2.5.2. Tobin Vergisinin Ülke Ekonomileri Üzerinde YaratacağI Olumsuz Etkiler
Tobin Vergisinin uygulanması ülkeler açısından öncelikle sermaye akışkanlığını azaltacağı, para ve sermaye piyasasında aksaklıklara yol açacağı, vergiden kaçınma ve vergi kaçırma eğilimlerini artıracağı, buna bağlı olarak kayıt dışı ekonomiye neden olacağı için eleştirilmiştir. Özellikle verginin oranının belirlenmesi konusu önemlidir ve bununla ilgili olarak farklı düşünceler vardır. Bu oran, hem spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini caydıracak hem de vergiden elde edilecek hasılat en yüksek olacak şekilde belirlenmelidir. Ayrıca belirlenecek olan oran, ticareti ve uzun vadeli yatırımları saptırıcı nitelikte olmamalıdır. Yüksek vergi oranı uygulaması piyasada normal işlemlerde istikrarsızlık yaratacağı gibi; düşük oranlı vergi uygulaması ise, kısa vadeli sermaye hareketlerini engellemeyecektir. Daha önceden değindiğimiz, Tobin Vergisi teorisini geliştiren Spahn tarafından 1995 yılında ortaya konan “iki basamaklı vergi” yöntemine göre, düşük oranlı vergi uygulaması döviz kurundaki istikrarsızlık dönemlerinde kademeli olarak artırılarak uygulanması akla gelmektedir. Uygulanacak olan vergi istikrarlı dönemlerde döviz kuru koridoru içerinde kalmasından dolayı çok düşük oranlarda olduğu için tüm dünya da eş zamanlı olarak uygulanmasına gerek yoktur. Tek basına bir veya birkaç ülkenin Tobin Vergisi alması, spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerinin olumsuzluklarını önlemeyecektir. Çünkü̈ ülkelerde uygulanan vergi oranı farklı olacak, hatta bazı ülkeler hiç vergi almayacaktır. Dolayısıyla, vergiyi farklı oranlarda uygulayan ülkelerden, vergiyi uygulamayan ülkelere doğru yatırımcılar kayacak, bunun sonucunda vergi cennetleri oluşacaktır. Ya da sermaye hareketleri resmi bir şekilde gerçekleştirilmeyerek, vergi kaçakçılığına gidilecektir. Bu ise kayıt dışı ekonominin tüm dünya da büyümesine neden olacaktır. Başka bir eleştiri noktası ise dış devlet borçlanmasının daha maliyetli hale geleceğidir. Gelişmekte olan ülkelerin yeterli sermayeye sahip olmamaları, iç tasarrufların yetersiz olması ve süreklilik gösteren bütçe açıkları gibi nedenlerle, çeşitli araçlarla sık başvurdukları dış̧ borçlanma, uygulanacak Tobin Vergisi ile daha maliyetli hale gelecektir Ayrıca devlet borçlanma senetleri dışında, gelişmekte olan ülkelerin sermaye birikiminin yeterli olmaması nedeniyle finans piyasalarının ihtiyacı olan sıcak para, Tobin Vergisiyle beraber yatırımın maliyetli hale gelmesi nedeniyle ülke ekonomilerine girişi yüksek miktarda azalabilir. Ülkemiz gibi ekonomileri sıcak paraya bağımlı ülke ekonomileri bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Başka bir eleştiri ise, ülkeye gelmesi beklenen sıcak para, Tobin Vergisi uygulaması neticesinde daha yüksek faiz oranları beklentisine gireceği ve sıcak paraya bağımlı ülke ekonomilerinin bu beklentiye uymak zorunda kalacaklarıdır. Dolayısıyla uygulanacak olan yüksek faiz oranlarının ekonomiyi başka bir finansal krize sürükleyebileceği yönündedir.
2.5.3. Spekülatif Amaçlı Sermaye Hareketlerini Caydırmada Yetersiz Olması
Tobin Vergisinin asıl amacı spekülatif amaçlı sermaye hareketlerinin maliyetini artırarak yüksek miktarda yapılan bu yatırımları caydırmaktır. Ancak verginin sadece küçük hacimli döviz işlemleri üzerinde etkili olacağı düşünülmektedir.
3. Tobin Vergisinin Pratikte Uygulanması
3.1. Ülkelerin Kriz Dönemlerinde Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerini Kontrol Etmek Amacıyla Uyguladığı Birtakım Sınırlamalar ve Tobin Vergisi
3.1.1. Brezilya Örneği
1990’ların başında ekonominin dışa açılmaya başlamasıyla birlikte, yüksek enflasyon ve artan faiz oranlarıyla mücadele için hükûmet çeşitli önlemler almıştır. 1994 yılında uygulamaya konan ve Brezilya parası Real’in dolar karsısında yavaş̧ yavaş devalüasyonunu öngören “Real Plan” ı uygulamaya koymuştur. Bu plan ile 1993’de %2700’lerde olan enflasyon %1-3’ler düzeyine düşmüş̧, yıllık %4 büyüme hızına ulaşarak dünyanın dokuzuncu büyük ekonomisi olmuştur. Fakat Meksika krizine rağmen ülkeye giren yabancı sermaye miktarında ciddi bir düşüş yaşanmamıştır. Uluslararası yatırımcıların fonları Brezilya’ya akarken, ülkenin cari işlemler açığı sürekli büyümeye başlamıştır. 1994 yılında cari işlemler dengesi %-0,31 iken, 1997’de %-3,83 düzeyinde gerçekleşmiştir. Bununla birlikte “Real Plan” ı nedeniyle, para ve döviz kuru politikalarıyla enflasyon kontrol edilmeye çalışılsa da, cari acık sürdürülemez hale gelmiştir. 1998 yılına gelindiğinde Brezilya sabit kur sistemini devam ettirmiş ve IMF’den sağlanan destek ile kriz etkisi azaltılarak, “Real Plan” ını devam ettirmiştir. Enflasyonun faiz oranlarından daha hızlı düşüşü, reel faiz oranlarının yüksek kalmasına neden olmuş̧; bunun neticesinde ülkeye kısa vadeli sermaye girişi artmıştır. 1998 yılı Ocak ayında, Minas Gerais eyaletinin borçlarını ödeyecek durumunda olmasına rağmen ödememesi, hükümete olan borçlarını reddetmesi sonucunda Federal hükümetin zorlukla ödediği borç yükünü̈ arttırmıştır. Borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmesi nedeniyle 13 Ocak 1999 yılında Brezilya’da mali kriz başlamıştır.
Brezilya’da yaşanan krizin temel sebebi; Güney Asya ülkelerinde başlayan kriz dalgasıyla bu ülkelerden kaçan kısa vadeli sermayenin, Brezilya’ya büyük miktarda giriş̧ yapmaya başlamasıyla birlikte hükümetin önlem olarak faiz oranlarını yükseltmesidir. Ayrıca bu donemde büyüyen kamu açıkları mali dengeyi iyice bozmuştur. Ülkeye hızla giren kısa vadeli sermayeye karsı korunmak amacıyla kısa vadeli sermaye hareketlerini kontrol mekanizmasını uygulanmaya başlamıştır.
Genel Transfer Vergisi adı altında Tabin Vergisi benzeri uygulamada, banka havaleleri üzerinden %0,25 oranında vergi alınmıştır.
Dünyada yaşanan küresel finansal krizle beraber Brezilya 2009 yılı Ekim ayında aldığı karar ile Tobin vergisi uygulamasının tekrar dünya tartışma sahnesine çıkmasına sebep olmuştur. Hükümet yabancı sermayenin Brezilya hisse senetlerine yapacağı yatırım üzerinde %2 oranında vergi getirdiğini açıklamıştır. Daha sonra verginin oranını %2’den %4’e ardından %6’ya çıkarmıştır. Fütursa işlemleri yapabilmek için ise, yabancı yatırımcılar tarafından yatırılan teminat (magrin) tutarları üzerindeki verginin oranını da %0,38’den yüzde %6’ya yükseltmiştir. Uygulamadaki amaç̧ kısa vadeli sermaye hareketlerinin etkilerini hafifletmektir.
Ekim 2009'dan itibaren Real / Dolar saymaca kuru aşağı yukarı aynı seviyede devam etmiştir. Ancak enflasyon oranına göre, reel kurun değerlenme sureci hafifleyerek de olsa devam ettiğini söyleyebiliriz. 2010 yılına gelindiğinde ise ihracat %27 artmasına karşılık, ithalat %45 artmıştır.
Tüm bu verilerden yola çıkarak, uygulanan Tobin Vergisinin spekülatif hareketleri yavaşlatmada ve kontrol etmede yeterince başarılı olmadığını savunabiliriz.
3.1.2. Malezya Örneği
Sermaye hareketleri üzerine kontrol mekanizması getirerek Tobin Vergisi benzeri uygulama yapan ülkelerden bir diğeri de Malezya’ dır. Enflasyon oranı düşük, sermaye yatırımları güçlü sürekli gelişen ve kendi kendine yeten Malezya, 1997-1998 Tayland’da başlayan ve Asya’yı etkisi altına alan “Asya Finansal Krizi” neden en çok etkilenen beş ülkeden birisidir. Kriz döneminde sermaye hareketlerini kontrol etmeye çalışan Malezya, Tobin Vergisini bir çare olarak görmüş ve kanunlarla desteklenen uygulamalarda bulunmuştur.
1993 yılına geldiğinde ise, kısa vadeli borçların toplam borca oranı %37 dolaylarında iken, cari işlemler dengesi -10,1 düzeyindedir. Büyük ve sürekli hale gelen cari işlemler açığı, ülkeye gelen kısa vadeli sermayeyi olumsuz etkilemiştir. Cari işlemler dengesindeki açığın neden olduğu ulusal paranın aşırı değerlenmesi ile kısa vadeli sermaye ülkeden hızla çıkmış ve kaçınılmaz olan finansal kriz başlamıştır. Malezya hükümeti kısa vadeli sermayenin ülkeden hızla çıkışını yavaşlatmak amacıyla, 1993 yılında parasını %6 oranında devalüe etmiştir. Ve ülkeye tekrar kısa vadeli sermaye girişi başlamıştır. Yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında Malezya hükümeti çareyi sermaye hareketlerini kontrolde aramıştır.
Ülke Tayland’ da başlayan “Asya Finansal Krizi” nin de etkisiyle krize girmiştir. Fakat Malezya ekonomisi kriz başladığı dönemde, krize karşı çok kırılgan bir yapıya sahip değildi ve enflasyon oranı %4,5, cari işlemler dengesi -3,5, uluslararası kredi notu ise A+’ idi. Tüm bunların nedeni, Tayland’ın aksine ülkeye uzun vadeli sermaye giriş hacminin yüksek olmasıdır. Güçlü bir bankacılık yapısına sahip görünen Malezya hükümeti kriz dönemimde Tayland, Güney Kore ve Endonezya hükümetleri gibi IMF destekli politikalar uygulamamıştır. IMF yardımı almaksızın, hatta IMF politikalarının tam tersi tedbirler alarak krizden çıkmaya çalışmıştır.
Malezya hükümeti krizi atlatmak amacıyla 1994 yılında uyguladığı politikalarla başarılı bir sonuç̧ elde ettiği gibi, sermaye hareketlerini kontrol etmesi gerektiğini düşünmüş ve kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde kapsamlı kontroller getirmiştir. Sabit döviz kuru rejimi ve düşük faiz oranları programlarını uygulamış̧, ayrıca deflasyon nedenli işsizliği azaltmak amacıyla para basarak genişletici maliye politikası uygulamıştır. Bunlarla beraber, Malezya halkı ve yerleşik olmayanlar arasında kredi ilişkileri yasaklanmış̧, ulusal para ve dövizin giriş çıkışları izin ve miktar kısıtlanmalarına tabi olan önlemler alınmıştır. Uygulanan program nedeniyle, tüm offshore işemlerinin1 Ocak 1998’ den önce ülkeye dönmesini istemiş ve yerli menkul kıymetlerin ülke dışına çıkması için en az bir yıl elde tutulması şartı getirilmiştir. Uygulanan tüm sıkı para ve maliye politikaları başarılı olmuş, 1998’ de faiz oranları %3 oranına kadar düşmüştür. 1999 yıla gelindiğinde ise, yerli sermayenin dışarı çıkması için bir yıl elde tutma zorunluluğu, aşamalı vergi sistemiyle değiştirilmiştir. Malezya hükümeti uyguladığı bu program ile sermaye çıkışları üzerine doğrudan kontroller getirerek, düşen faiz oranları nedeniyle ülkeden çıkması ihtimal sermayeyi, kontrol altında tutmayı hedeflemiştir.
Malezya hükümeti, uygulamış olduğu neredeyse tüm programlardan olumlu sonuç alarak ekonomisini toparlamıştır. Bu kadar geniş kapsamlı, sermaye hareketleri üzerine kontroller getirecek şekilde politika uygulayarak başarılı olan başka bir devlet olmadığı için Malezya uygulaması dünyadaki tek örnek olarak sermaye hareketlerinin kontrolü üzerindeki katı düşüncelerin tekrar tartışılmasına neden olmuştur.
4. Türkiye’ de Kısa Vadeli Sermaye Hareketliliğinden Kaynaklı Yaşanan Krizler ve Tobin Vergisi Uygulanabilirliği
11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Türk Parasını Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ına göre getirilen temel düzenlemelerle döviz işlemlerinin ve sermayenin serbest dolaşımı sağlanmıştır. Böylelikle, Türkiye finans piyasası spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerine tamamen açılmıştır. Yurtiçi mal ve finans piyasalarında gerekli tedbirler alınmadan atılan bu adımın maliyeti ise yüksek olmuş ülkeyi finansal krizlere sürüklemiştir. 1989 yılında gelişmiş̧ ülkelerde yaşanan durgunluk neticesinde oluşan atıl fonlar spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini hızlandırmıştır. Türkiye’de sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, normal faiz oranları yabancı yatırımcılar için Türkiye piyasalarına yönlendirmiş; Türkiye açısından ise, TL’ nin reel olarak değer kazanması ve gelen likit para sonucunda yurtdışından borçlanma cazip hale gelmiştir. Gelen yabancı sermayenin ise daha çok kısa vadeli olmasından ötürü, ülkeden ani bir şekilde çıkma riski taşıması piyasaların kırılganlığını arttırmıştır.
1998 yılına gelindiğinde ise Asya ve Rusya’da yaşanan kriz ülkemizi de etkilemiş̧, 840 milyar dolar net sermaye çıkışı olmuştur. Uygulanan istikrar programlarıyla birlikte 1999 yılı ve Kasım 2000’e kadar ülkeye tekrar büyük miktarda sermaye girişleri olmuş̧; Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizler neticesinde önemli miktarda sermaye çıkışları yaşanmıştır. 2002 yılında sermaye çıkışları devam etmiş 2003 yılına gelindiğinde ise sermaye girişleri başlamıştır. 2004 yılında da devam eden sermaye hareketlerinin %30’unu kısa vadeli sermaye hareketleri oluşturmuştur. 2005 ve 2006 yılında olumlu ekonomik gelişmeler sonucunda ülkeye doğrudan sermaye girişi olmuştur. 2007 yılına gelindiğinde ise yaşanan siyasi olaylar ülke ekonomisine olumsuz olarak yansımış sermaye giriş hacminde düşüş yaşanmıştır.
Tüm bunlar neticesinde görülüyor ki, ülke ekonomisinin dışa açılmasında sonra yaşanan krizlerde kısa vadeli sermaye hareketlerinin rolü büyüktür ve dolayısıyla bu hareketlerin denetlenmesi gerekmektedir. Bu konuyla ilgili ciddi bir adım atılmamakla birlikte, son yılda dünyada yaşanan küresel krizin de etkisiyle, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kısa vadeli sermaye hareketlerine caydırıcı uygulamaların getirilmesi tartışma konusu olmuştur.
4.1. Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerine Bağlı Olarak Türkiye’de Yaşanan Finansal Krizler
Finansal serbestleşmeyle beraber dışa açılan Türkiye ekonomisi üzerinde kısa vadeli sermaye hareketleri etkili olmaya başlamıştır. Kısa vadeli sermayenin ülkeye girişiyle birlikte ekonomi canlılık yaşamış̧ ve kısa vadeli sermayeye bağlı olarak ülke ekonomisi büyümüştür. Ancak dışa açılma karsısında gerekli temel düzenlemelerin yapılmamış̧ olması, yaşanan politik sorunlar, dışa açılmanın beraberinde getirdiği cari açık, Türk lirasının değer kazanması gibi nedenler öncelikle finans sektörünü etkilemiş̧ ve daha sonra reel sektöre de sıçrayarak finansal krizlere neden olmuştur. Mahfi Eğilmez yaşanan krizleri ve uygulanan programların sonuçlarını kısaca şu şekilde açıklamıştır; “Türkiye ekonomisinin yasadığı krizlerin hemen hepsi sonunda Türk lirasının önemli oranda değer kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Başka bir değişle, Türkiye döviz rezervinde bir sorun ortaya çıktığında ekonomik krizle karşılaşmış̧ görünmektedir. Türkiye’nin yakın tarihi ekonomik istikrarın sağlanmasına ilişkin programlar hazırlanması ve uygulanmaya konmasıyla geçmiştir. Buna karşın ekonomi dışsal krizlerin şok etkilerinden de içsel krizlerden de kurtulamamıştır.”
4.1.1. Nisan 1994 Krizi
Türkiye ekonomisi 1980’ den itibaren finansal serbestleşmeyi sağlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda, daha öncede açıklamış̧ olduğumuz gibi, 1984 yılında döviz mevduatına yönelik yasal engeller kaldırılmış̧, 1987 yılında açık piyasa işlemleri yürürlüğe girmiş̧ ve son olarak 1989 yılında sermaye hareketleri tamamen serbestleşmiştir. Bu dönemden itibaren Türk lirası değer kazanmış ve kısa vadeli sermayeyi ülke içine çekebilmek amacıyla reel faiz oranları yükseltilmiştir. 1990 yılından itibaren düşük döviz kuru ile birlikte artan ithalat bütçe açığı artırmış̧; yüksek faiz oranları neticesinde ülkeye giren kısa vadeli sermayenin artmasıyla birlikte bütçe açığını kapamak için iç̧ borçlanma kullanılmış̧; dolayısıyla bu tür yatırımlara bağımlılık gittikçe artmıştır. Bu sermaye girişleri kısa vadede sorunları çözse de uzun vadede krizlere yol açmıştır.
Finansal kriz öncesi ekonomide genel duruma baktığımızda ise; yabancı sermaye açısından, her an döviz kur artışı olabileceği endişesini engellemek isteyen hükümet dış borç geri ödemeleri dolayısıyla, reel faiz oranını daha da arttırmıştır. Faiz oranlarının artmasıyla birlikte artan iç borç stoku diğer yandan artan bütçe açığı ve cari acık yabancı sermayenin endişelerini gidermemiştir. Her an kriz çıkabileceği beklentisi ise sermayenin hızla dışarı kaçmasına neden olmuştur.
Krizin doğuşu ve gelişimini incelediğimizde ise; 1988 yılından itibaren hızla artan kamu kesimi borçlanma gereği 1988-1993 döneminde GSMH %4,8’inden %12’sine ulaşmıştır. Dış̧ serbestleşmeyle hızla artan ithalat hacmi sonucunda ise 1993 yılında cari işlemler açığı 6 milyar 433 milyon dolara ulaşmış̧, GSMH içindeki faiz ödemelerinin payı %6 seviyelerindedir. 1993 yılında KİT açıkları, alt yapı yatırımları ve artan faiz ödemeleri neticesinde artan finansal masraflar düşürülmek istenmiştir ve faiz oranı düşürülmüş, ayrıca Merkez Bankası para basarak finanse etmeye çalışmıştır. Bu dönemde ayrıca uluslararası kredi kuruluşlarından Standart and Poor’s ve Moody’s Türkiye’ nin kredi notunu düşürülmüştür. Bu güven kaybı kısa vadeli sermayenin ülkeyi terk etmesini hızlandırmıştır. Düşürülen faiz oranı neticesinde yabancı paraya olan talep artmış̧, yüksek cari acık kur ayarlaması beklentisini arttırmıştır Tüm bunlarla beraber, Hazinenin ödediği iç borç kadar borçlanamaması ve Merkez Bankasından borçlanması, faiz oranının düşürülmesiyle birlikte döviz talebini arttırmasının neden olduğu hızla eriyen döviz rezervleri sonucunda Merkez Bankası’ nın Ocak 1994’de %17 oranında devalüasyon yapması Dolar döviz kurunun 15.000 TL’den 17.000 TL’ye çıkmasına neden olmuştur. Fakat piyasa döviz fiyatı daha da artmıştır. Dövizde yükselişi engellemek için arttırılan faiz gecelik %1000 oranından işlem görmüştür.
27 Ocak 1994’te yapılan devalüasyonun döviz talebini azaltması nedeniyle, 18 Mart 1994’de ikinci bir devalüasyon yapılmıştır. Yapılan ikinci kur ayarlaması Türkiye’nin kredi notunun daha da düşmesine neden olmuş ve ekonomiye güvenin azalması beraberinde yüksek faiz oranıyla işlem gören kısa vadeli sermayenin hızla ülkeden çıkışlarına neden olmuştur. Yabancı paraya olan talep hızla artmış ve bu talebi karşılamak için Merkez Bankası rezervleri kullanıldığı için rezervler hızla erimiştir. 5 Nisan 1994’e geldiğimizde ise hükümet temel göstergeleri düzeltmek amacıyla istikrar paketi açıklamıştır.
Açıklanan istikrar paketini temelini kamu harcamalarını kısıcı, vergi gelirlerini artırıcı ve kamunun ürettiği malların fiyatlarını arttırıcı tedbirler içermektedir. Hedeflerini şu şekilde özetleyebiliriz;
• Enflasyonu hızla düşürmek,
• Türk Lirasının Dolar karsısında değer kaybetmesini önlemek ve Türk Lirasında İstikrarı sağlamak,
• İhracat hacmini hızlı bir şekilde arttırmak,
• İstikrarın devamlılığını sağlayacak reformlar yapmak,
• Hazineden borçlanmayı özendirmek için yüksek faiz oranıyla kâğıt satılması ve daha sonra faizin düşürülmesidir.
Görüldüğü gibi programın öncelikli amacı Türk lirasına tekrar değer kazandırarak iç ve dış piyasalarda istikrarı sağlamaktır. Bu amaçla 1994 yılında yüksek oranda artan enflasyon kontrol altına alınarak düşürülmeye çalışılmıştır.
Bu önlemler ve uygulanan politika kısa vadede başarılı olsa da uzun vadede başarı sağlanamamıştır. Ayrıca, yaşanan krizden sonra ekonomik büyüme kısa vadeli hareketlere dayandırılarak, kalıcı büyüme rakamları elde edilememiştir. Ekonomiyi dış kaynaklı sermayeye bağımlı hale getirerek bir kısır döngünün içene sokmuştur. Spekülatif amaçlı kısa vadeli sermayeyi ülkede tutmak için uygulanan yüksek reel faiz oranları başka krizlere davetiye çıkarmış̧ ve sonucunda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri yaşanmıştır.
4.1.2. Kasım 2000 Krizi
1994 döneminde sonra 1 Ocak 1996’ da Gümrük Birliği Anlaşması ile Türkiye ekonomisi sadece AB firmaları karsısında değil, tüm dünya ülkelerinin firmaları karsısında korunmasız, açık bir yapıya bürünmüştür. Gümrük Birliğiyle beraber Türkiye’de ithalat hızla artmış̧ ihracat azalmış̧ ve sonucunda dış̧ ticaret açığı daha da büyümüştür. Diğer taraftan daha önceki bolümde de incelediğimiz gibi bu dönemde Dünya’ da yaşanan ekonomik krizler kısa vadeli sermaye hareketlerinin yönünü değiştirmiştir. Asya ülkelerinde yaşanan krizler neticesinde bölgeden kaçan kısa vadeli sermayeyi çekebilmek için Türkiye kur rejimi belirlemeye ve kur rejimi ile dengeyi sağlayabilecek faiz oranını uygulamaya çalışmıştır. Fakat Türkiye’nin bu ülkelerle finansal ve ticari ilişkisi fazla olmadığından, Türkiye bu krizlerden fazla etkilenmemiştir.
1996-1999 yılları arasında, Merkez Bankası enflasyon oranı ölçüsünde döviz kuru ayarlaması politikası izlemiştir. Enflasyon tahmin ediliyorsa, döviz kuru da tahmin edilebiliyordu. Dolayısıyla döviz piyasaları işlevini yitirmiştir. 1999 yılının sonuna doğru ise ekonomik göstergeler oldukça karamsardır. Ekonomi %6 oranında küçülmüş, TEFE %62,9 olarak gerçekleşmiştir. 30 yıla yakın bir süredir çift rakamlı hanelerde olan enflasyonu Türkiye ekonomisinin artık taşıyamayacak durumda olduğunu söyleyebiliriz Tüm bun gelişmelerle beraber, 9 Aralık 1999 ve 18 Aralık 1999’ da hükümet IMF’ ye iki tane niyet mektubu vererek, IMF ile Stand-by anlaşması yapmış ve IMF destekli orta vadeli bir istikrar programı uygulamaya başlamıştır. Anlaşmayla, geçmiş 30 yılda alınan kredinin çok üstünde olan bir kredi alınmıştır. 9 Aralık 1999 IMF ve Dünya Bankası destekli program, sıkı maliye politikası ve faiz dışı fazlanın arttırılması ile yapısal reformların gerçekleştirilmesi, özelleştirmenin artırılması, önceden belirlenmiş̧ bir sürünen sabit kur ve enflasyon hedefiyle uyumlu gelir politikası uygulamasını içerir. Uygulamaya konan bu program, enflasyon oranın 2000 yılında %25, 2001 yılında %12 ve 2002’de %7 seviyelerinde olmasını hedefliyordu
Programın açıklanması doğrultusunda oluşan olumlu hava neticesinde 1999 yılında faiz oranları ortalama %106’ya ulaşmış olan Hazine iç borçlanma bileşik faiz oranı Ocak 2000’de %36’ya; Aralık 1999’da piyasa gecelik faiz oranı %67 iken, 2000 yılında %34’e düşmüştür. Faizin düşmesi ise Hazine’nin borç̧ yükünü̈ azaltırken, enflasyon politikasını olumsuz etkilemiş TEFE %32,7 dolayında gerçekleşmiştir. Kasım 2000’e gelindiğinde ise düşük tutulan döviz kuru neticesinde ihracat hacminin azalması dış ticaret açığını büyümesine neden olmuştur. Bu dönemde cari açığın sürdürülebilmesi için dış kaynağa ihtiyaç vardır. Fakat ülkeye giriş̧ yapan dış kaynaklar daha çok kısa vadeli ve spekülatif sermaye hareketleridir. Dolayısıyla yabancı yatırımcılar bir devalüasyon olacağı düşüncesiyle, yatırım yaptıkları fonları hızla dışarı çıkarmaya başlamışlar ve krizi tetiklemişlerdir. Yine devalüasyon olacağı beklentisiyle bankalar, döviz satın almak amacıyla Türk lirası talep etmiştir. Merkez Bankası’ nın karşılayamadığı para talebi karşısında faizler hızla, yüksek oranda artmıştır. Sonucunda Kasım 2000’de bir likidite krizi ortaya çıkmıştır.
Yabancı yatırımcılar yerli yatırımcılara göre döviz talebinde daha fazla bulunmuşlardır. Spekülatif amaçlı sermaye bu fırsatı kaçırmamış̧, yüksek faiz oranlarından kazanç sağlamış ve devamında ülkeyi hızla terk etmiştir. 1,5 milyar Dolar sıcak para anında yurt dışına çıkmış̧, çıkan para 6 Aralık 2000’de 7 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır.
Dolayısıyla dövize talep artmış ve kur yükselmiş̧; likidite talebi nedeniyle de faiz oranı yükselmiştir. Krizin çıktığı Kasım ayında faiz oranı ortalama %72,4 iken, Aralık 2000’de ortalama %223,8 seviyelerine ulaşmıştır. Tüm bu göstergeler karsısında ikinci kriz dalgası başlamıştır.
4.1.3. Şubat 2001 Krizi
Türkiye yaşadığı Kasım 2000 krizinden sonra, Şubat 2001’de döviz krizine bağlı bir finansal kriz daha yasamıştır. Ağır bir şekilde geçen Kasım 2000 krizinin etkileri devam ederken, 19 Şubat 2001 yılında Milli Güvenlik Konseyi’ nde dönemin Cumhurbaşkanı ile Başbakanı arasında geçen tartışma, ekonomik krizin patlamasına neden olmuştur. Yaşanan olayın kamuoyuna duyurulmasıyla birlikte borsa, döviz ve faiz hareketlenmeye başlamıştır. Olayın yaşandığı 19 Şubatta günlük döviz talebi 7,6 milyar dolar iken, gecelik faiz oranları %5000-7000 seviyelerine çıkmıştır. Çok yüksek seviyelere ulasan faiz oranlar ise beraberinde likidite sorununu gitmiştir. Kasım 2000 krizinden farklı olarak, bu defa yerli yatırımcı da döviz talebinde bulunmuştur. Bu göstergeler neticesinde var olan ekonomik programı uygulamanın bir anlamı kalmamış ve 21 Şubat 2001’ de dalgalı döviz kuru sistemine geçildiği ilan edilmiştir. 19 Şubatta 1 dolar 686,500 TL iken, 23 Şubatta 920,00 TL olmuştur
Bu dönemde mali kesimde başlayan kriz reel kesimi de etkilemiş̧, tüketim birden azalmıştır. Çok yüksek seviyelere ulasan faiz oranları, kamunun iç ve dış borç yükünü arttırmıştır. Sıkı maliye ve para politikaları ile birlikte IMF programı uygulanmasına rağmen Türkiye ekonomisi, 2001 yılı sonunda %9,5 küçülmüştür. Tüm bunlar neticesinde çok sayıda şirket kapanmış, üretim azalmış ve devamında işsizlik artmıştır
Türkiye’ nin birbiri ardına yaşadığı Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerine zemin hazırlayan nedenler ise kısaca, aşırı değerli ulusal para, cari işlemler açığının kritik sınır üzerinde gerçekleşmesi, kısıtlı mali sektör, kamu banklarının zararları, bunlara bağlı olarak döviz kur ve faiz riski olarak sayılabilir.
Birbiri ardına yaşanan krizler, ülke ekonomisini küçülmüş, işsizlik oranını arttırmış̧, gelir dağılımını önemli ölçüde olumsuz olarak etkilemiştir. Kriz öncesinde ve kriz döneminde, spekülatif amaçlı yabancı sermaye hareketleri ise krizin doğuş nedenlerinden bir olmuş, sonrasında ise krizin etkilerini büyütmüştür. Buna bağlı olarak, bu yatırımlar üzerinde denetim kurmak maksadıyla çeşitli araçlar tartışma konusu olmuştur. Tobin Vergisi uygulanabilirliği düşüncesi bu tartışmalar içinde en önemlilerinden biridir.
4.2. Türkiye’de Tobin Vergisi’nin Uygulanabilirliği
1989 yılında 32 sayılı KHK ile Türkiye ekonomisi dışa açılmış, Türkiye sermaye hareketlerini serbest bırakmış ve spekülatif amaçlı sermaye hareketlerine dayalı bir büyüme modelini benimsemiştir. Spekülatif amaçlı sermaye hareketlerine dayanan büyüme bir kısır döngü̈ seklindedir. Şöyle ki, ülkeye giren spekülatif amaçlı sermaye ile büyüme yaşanıyor ve beraberinde ithalat artıyor; artan ithalat neticesinde büyüyen cari açık, borçlanılarak yani yine sermaye girişiyle finanse ediliyor.
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle 1990 yılından başlayarak yoğun bir şekilde Türkiye ekonomisine giriş yapan spekülatif amaçlı sermaye hareketleri yaşanan ekonomik krizlerin nedenlerindendir. 1994, 2000 ve 2001 krizleri genel hatları itibariyle spekülatif amaçlı sermayeyi ülkeye çekmek amacıyla yüksek faiz - düşük kur politikası uygulanarak kur- faiz arbitrajı yaratılmış düşük kur neticesinde sürekli artan cari açık, ödemeler dengesi sorununu getirmiştir.
Sürekli hale gelen cari açığın getirdiği ödemeler dengesi sorununa bağlı olarak artan dış borç stoku ekonomide tıkanmalara neden olmuş ve sermaye kaçışlarının başlamasıyla yaşanan devalüasyonlar neticesinde krizler yaşanmıştır.
Ülkemizde yaşanan Kasım 2000 krizinde ise batan ya da mülkiyet değişikliği nedeniyle oluşan panik havasıyla mevduatlarını başka bankalara aktarmak isteyen müşterileri caydırmak amacıyla EFT işlemleri üzerinden %0,2-%0,3 oranında “EFT masrafı” adı altında bir nevi vergi uygulaması yapılmıştır.
Ankara Ticaret Odası’ nın “Sıcak Para 2001-2003 Raporu” na göre, Türkiye yaşanan krizler neticesinde sıcak para cenneti olmuştur. Rapora göre Türkiye’ ye 2001 yılında giren 1 milyon Doların, 2003 yılında 3 milyon 832 bin Dolar olarak çıkması mümkündür. ATO Başkanı Sinan Aygün bu konuyla ilgili olarak, “ Ekmeğin, sütun, etin vergilendirildiği bir ülkede, sıcak para vergilendirilmiyorsa vergi adaleti yoktur” diyerek bir anlamda Tobin Vergisini işaret etmiştir. Kısa vadeli sermaye hareketleri üzerinde uygulanacak çok düşük oranlı Tobin Vergisi, yüksek hacimli bu hareketlerin miktarını en azından azaltabilir.
Bu konudaki çeşitli ekonomistlerin görüşlerini inceleyecek olursak öncelikle Mahfi Eğilmez; “Tobin Vergisi su anda çok moda. Kuru da bu startlarda başka türlü bir çözüme bağlayamıyorlar. Dalgalı kur rejiminde devam edilecekse başka çözüm de gözükmüyor. Bu anlamda geriye dönüp sabit kura dönemiyorlar. Merkez Bankası müdahale ediyor ama bu da bir sonuç̧ vermiyor. Merkez Bankası yılbaşından bu yana 6-7 milyar dolar rezerv biriktirmiş biriktireceği bu kadardır. Zaten Merkez Bankası’ ndan da 25-30 milyar dolar rezerv biriktirmesini bekleyemezsiniz. Bunlar ışığında eğer kurdan şikâyetçiysek, geriye Tobin dışında da uygun bir seçenek kalmıyor. Bizim bu noktada ciddi bir karar vermemiz gerekiyor. Çünkü̈ Tobin finansmanı azaltan bir vergi. Diğer yandan cari açığı finanse etmemiz gerek. Çok iyi düşünülüp bir karar alınmalı.” şeklinde öneride bulunmuştur.
Konu ile ilgili yapılan bazı çalışmalarda sonucunda ise Türkiye’de, Spahn’ ın geliştirdiği artırımlı Tobin Vergisinin uygulanmasının daha anlamlı olduğu yönündedir. Daha öncede değindiğimiz gibi, ikili yapıda olan bu sistemde düşük oranlı vergi spekülatif işlemlere maliyet yükleyecek ve bir yandan da bir gelir kaynağı olacaktır. Böylece spekülatif işlemler neticesinden çeşitli dönemlerde krizler yaşamış olan ülkemiz ekonomisi açısından bu hareketler üzerinde bir caydırıcı mekanizma sağlayacak ve istikrar sağlanabilecektir. Spahn’a göre döviz piyasasında işlemin gerçekleştiği en uygun zaman dilimini 1 ay olarak öngören bu yaklaşımda ayrıca döviz kurunun dalgalanabileceği bir koridoru belirlenmesi gerekmektedir.
Tüm bu düşüncelerle beraber kırılgan bir ekonomiye sahip Türkiye’ de %1 oranında Tobin Vergisinin uygulanması spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini nasıl etkileyeceği ayrı bir tartışma konusunu oluşturmaktadır. Özellikle yaşanan 2000 ve 2001 krizlerini göz önüne aldığımızda bu dönemlerde Tobin Vergisi uygulamada olsaydı, verginin spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini engellemesi faiz oranlarındaki ve döviz kurundaki yüksek miktarda ani artışlar nedeniyle çok güçtür. Fakat bir gecede ülke ekonomisinden ani para çıkışları yerine, daha yumuşak çıkışlarla kur artışlarının zamana yayılmasını Tobin Vergisi sağlayabilir ve elde edilen gelir likidite sıkıntısı yaşayan ülke ekonomisi için bir finansman aracı olarak kullanılabilirdir.
Türkiye’de Tabin Vergisi Merkez Bankası tarafından 2006 ve 2010 yılında gündeme getirilmesine rağmen donemin ekonomi bakanı tarafından ilgi görmemesinin sebebi belki de uygulanması halinde kısa dönemli olarak büyüme rakamlarını düşürecek ve sıkı önlemler alınmasının ülke vatandaşları tarafından tepki toplayacak olmasıdır.
2006 ve 2010 yılında uygulanan para politikası neticesinde ülkede döviz sıkıntısı yaşanmış ve TL’nin aşırı değerlenmesi ihracatın düşmesine neden olurken, döviz sıkıntısını artırmıştır. O dönemde Spahn’ ın önerdiği gibi artırımlı ve dolayısıyla ihtiyaca yönelik oranlarla uygulanabilecek olan Tobin Vergisi, ülkenin döviz ihtiyacını karşılayabilirdi. Belki de son günlerde cari acık sorunu ciddi boyutlara ulaşmasının nedeni gerekli ekonomik zeminin varken uygulanmamasıdır.
5. Sonuç
Finansal piyasalarda son 40 yıldır yaşanan gelişmeler, özellikle finansal serbestleşmeye geçiş̧ yeterli ekonomik gücü̈ olmayan gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kriz riskini artırmıştır. Finansal serbestleşme ile ekonomilerinde sorunlar baş gösteren ülkeler, dönem dönem bu hareketleri kontrol altına almayı hedeflemişlerdir. Kısa vadeli sermaye hareketlerini kontrol altına alma hedefi olan araçlardan birisi de “Tobin Vergisi” dir. James Tobin’in küresel olarak uygulanmasını önerdiği bu vergiyi, ülkeler dönem dönem uygulasalar da, küresel anlamda vergi uygulanmamıştır. Tam anlamıyla hayata geçirilememiş olan vergi, yaşanan ekonomik krizler neticesinde ekonomi literatüründe sık sık tartışma konusu olmuştur.
Uygulamanın ana fikri, sermaye transferi işlemleri üzerine düşük-sabit oranlı bir vergi konularak bu işlemlerin maliyetini artırmak ve böylece hacmini azaltmaktır. Temel hedefi döviz kurundaki dalgalanmaları azaltılmak olan vergi amacına ulaşabilir. Fakat verginin hedeflediği amaca ulaşabilmesi için, istikrarlı bir ekonomik yapı içerisinde uygulanmasının son derece önemlidir. İyi bir zamanlama da uygulanan Tobin Vergisi bir fren işlevi görerek, ekonomideki dalgalanmaların kontrol altına alınmasını sağlayabilir. Böylece yüksek faiz oranı ve dalgalı döviz kurlarından faydalanarak kazanç sağlamayı hedefleyen spekülatif hareketler engellenerek ya da hacmi azaltılarak, bu hareketlerin özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki yıkıcı etkisi azaltılabilir. Fakat verginin uygulamaya konulacağı donemdeki ekonomik veriler son derece önemlidir.
Sabit-düşük oranlı ve küresel olarak uygulanmasının zorluklarından dolayı eleştirilen verginin Alman bilim adamı Spahn’ın geliştirdiği gibi, iki kademeli olarak uygulanması daha sağlıklı sonuçlar getirecektir. Spahn’ın önerdiği ikili yapıda, düşük oran işlem hacmi düşünüldüğünde ciddi bir gelir kaynağı olacaktır. Gerek duyulduğunda kademeli olarak artırılan vergi oranı ise ekonomik istikrarın sağlanmasına yardımcı olacaktır. Artırımlı verginin ne zaman devreye gireceğini belirlemek için kurun dalgalanabileceği bir aralık tanımlamıştır. Bu aralık içindeki işlemler vergilendirilmez. Belirlenen bu aralık dışındaki kur işlemleri artan oranlarla vergilendirilmeye başlanır. Belirlenen aralıktan uzaklaştıkça da vergi oranı yükselecektir. Böylece döviz kuru her gün belli aralıklar içerisinde kalacak ve spekülatif amaçlı hareketleri caydırma işlevi yerine gelecektir. Böylece ülke tek basına vergiyi uyguladığında, sıcak paranın ülkeden çıkısını kontrol edebilecektir. Spahn yaklaşımı bir noktada, Tobin Vergisine getirilen küresel olması, oranın spekülatif hareketleri caydırmada düşük ve sabit oranlı olmasından dolayı yetersiz kalacağı seklindeki eleştirileri cevaplayarak uygulanmasını mümkün hale getirmektedir.
Cari açık sorunu yasayan Türkiye ekonomisi açısından, Tobin Vergisi uygulaması zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Seksenli yılların sonu ve doksanlı yılların başında finansal serbestleşmeye başlayan fakat yeterli ekonomik alt yapıya sahip olmayan ülkemizde bu hareketler neticesinde krizler yaşanmıştır. Öyle ki 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerde ülkeden bir gece de milyon dolarlar çıkmış̧ ve krizin etkileri büyümüştür. Bu yaşananlar sıcak paranın kontrolünü̈ gündeme getirmiştir. Tobin Vergisi’ nin teorik olarak farklı yönlerden açıklanmasına ve farklı görüşler ve öneriler bulunmasına rağmen, uygulamada pek başarılı olduğu söylenemez. Tobin Vergisi’ nin uygulama da sadece Malezya’ da başarılı olduğu ve diğer uygulanan ülkelerde olumlu sonuçlanmadığı görülmüştür. Tobin Vergisi’ nin uygulamasında olumlu sonuçlar alınmamasının nedenleri, her ülkenin konjonktürü ve sorunları farklı olduğundan küresel anlamda uygulanması mümkün değildir.
Ülkeler ise büyüme oranlarını düşürmesi, kısa vadeli sıcak para girişlerine ihtiyaç duyması sebebiyle bu vergiye sıcak bakmamakta, ayrıca döviz rezervlerinin yeterli düzeyde olmaması bu verginin uygulanmasını imkansız kılmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye ve birçok ülke de kısa vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklı krizler yaşanmış olmasına rağmen Tobin vergisinin uygulanmasına bazı ülkeler farklı kaygıları sebebiyle sıcak bakmazken uygulanan ülkelerde ise olumlu sonuçlar elde edilemediği görülmüştür.
Yapmış olduğumuz araştırma sonucunda, Tobin vergisinin kısa vadeli sermeye hareketlerinden kaynaklı kriz yaşayan ülkelerde uygulanmasına yönelik halen geliştirilmeye ihtiyacı olmakla birlikte uygulanmasına yönelik yeni görüş ve çözüm önerileri beklemektedir.
Kaynakça
- AY, A. MANGIR, F. Uluslararası Finansal Entegrasyon Bağlamında Sermayenin Vergilendirilmesi: Tobin Vergisi, Maliye Dergisi Sayı 153 Temmuz-Aralık 2007
- EĞİLMEZ, M. (2013). “Kendime Yazılar: İmkânsız Üçleme ve Türkiye’nin Durumu”, (http://www.mahfiegilmez.com/2013/08/ imkânsız-üçleme-ve- Türkiye’nin-durumu. html)
- ALİOĞLU, Ö. (2012). Tobin Vergisinin Türkiye’ de Uygulanabilirliği, (Yüksek Lisans Tezi), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü..
- BALSEVEN, H. (2003). "Sermayenin Vergilendirilmesinin Sermaye Akımları Üzerindeki Etkisi", Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Maliye Ana Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara
- EĞİLMEZ, Mahfi (2009), Küresel Finansal Kriz, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 70-74-76-77
- AKSU, HALİS,(2019) “Spekülatif Sermaye Hareketleriyle Mücadelede Tobin Vergisi: Dünya Örnekleri ve Türkiye’ de Uygulanabilirliği” , Vergi Raporu Sayı: 242 Sayfa Aralığı: 172- 198
- (https://www.verginet.net/dtt/1/Tobin-vergisi.aspx)
- (https://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Tobin_vergisi&oldid=27760585)
- Vikipedi, “James Tobin”, (https://tr.wikipedia.org/wiki/James_Tobin).
- (https://hdl.handle.net/20.500.12619/92242)
- (http://tr.wikipedia.org/wiki/Finansal_sermaye_kontrolleri_uygulamalar%C4%B1#Malezya_Sermaye_Kontrolleri, 14.04.2011a).
- (http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=120&l=1,)
- (http://tr.wikipedia.org/wiki/Finansal_sermaye_kontrolleri)